7 Kasım 2008 Cuma

Atatürkçülük ideolojisi

Atatürkçülük İdeolojisinin Dogmatik İdeolojilere Üstünlüğü
Prof. Dr. İsmet Giritli
ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 16, Cilt VI, Kasım 1989

Büyük Atatürk’ün ebediyete intikalinin 51. yılını geride bıraktığımız bugünlerde giderek “fikir Atatürk”, yani “Atatürkçü düşünce sistemi” ağırlık kazanmaktadır. Bilindiği gibi, “Atatürkçülük” deyiminin ilk şekli Batılılar tarafından kullanılan “Kemalizm” olmuş, 1929’da Dil Uzmanı Ahmet Cevat “Muhit” dergisinde “Kemalizm” deyimini kullanınca, bu deyim ülkemizde çabuk tutunup yayılmıştır. 1930’larda yayımlanan “Kadro” dergisi deyime bir içerlilik sağlamış, fakat Kemalizm ile tarihî maddeciliği karıştırmıştır. Belki de bunun sonucu olarak “Kemalizm-Atatürkçülük” dünya görüşünün oluşturulması gecikme ve ihmale uğramış, 1967’de Atatürk’ün ölüm yıldönümü dolayısıyla RCD ülkelerinin bilim adamları arasında Ankara’da yapılan bir toplantı dolayısıyla, Kadrocu merhum A. Hamdi Başar “Barış Dünyası” dergisinde yazdığı “Atatürk ve Atatürkçülük Ayırımı Yapılamıyor” başlıklı yazısında, haklı olarak, Atatürk’ün ve Atatürkçülüğün en yüksek kademede ihtisas ve fikir adamlarımız tarafından bile, tam anlamı ile henüz tarif ve izahının yapılamadığından yakınmıştır. Oysa, Atatürk’e inananlar ve O’nu sevenler arasında göze çarpan bu dağınıklığa mukabil aşırı sağ ve aşın solun Atatürkçülük düşmanlığında öteden beri birleştiğini biliyoruz. Gerçekten, “aşın sağ” Atatürkçülüğe “gâvur düzeni” olarak çatarken “aşırı sol” da Atatürkçülüğü “burjuva düzeni” diye yermiştir.

Bir ideolog olmayan ve bize Lenin, Hitler ve Mao gibi “kutsal kitap” bırakmayan büyük Atatürk’ün, 1937’de TBMM’yi açarken verdiği söylevde, memleket davalarının ideolojisini anlayacak, anlatacak, nesilden nesile yaşatacak kişi ve kurumları yaratmak görevini devlet ve üniversitelerimize verdiğini de biliyoruz. İşte biz, Atatürk’ün sözünü ettiği bu ideolojinin, Mustafa Kemal Atatürk’ün beyan ve aksiyonlarından oluşan Atatürkçülük ideolojisi olduğuna inanıyor ve bunun Marksizm-Leninizm, nasyonal sosyalizm ve teokrasi gibi kitaba, dogmatik bir sisteme ve katı bir doktrine dayalı bir ideoloji değil, akıl ve bilim mihverine ve millî hâkimiyete dayalı pragmatik ve demokratik ve çağımızda “modernleşme ideolojisi” olarak adlandırılan bir ideoloji olduğu görüşünü savunuyor ve Atatürkçülüğün bir ideoloji olarak kabulünün ise, yakın mazide gözlediğimiz ve diğer aşırı ideolojilerce kapatılmak istenen ideolojik boşluktan gençlerimizi koruyacağına inanıyoruz.

Esasen UNESCO gibi güçlü kuruluşlar ve Prof. Eisenstadt ve diğerleri gibi dünyaca ünlü uzmanlar, Atatürk’ü bir modernleşme lideri ve Atatürk İnkılâbı’nı bir “modernleşme ideolojisi” olarak kabul etmektedirler. Hâl böyle iken, 1971’de 12 Mart yönetiminde kültür bakanlığı yapan bir yazarımızın, bundan bir süre önce gazetesinde yayımladığı “İdeoloji Boşluğu” başlıklı köşe yazısında Atatürkçülüğün bir ideoloji olduğu olgusunun farkına bile varmayarak veya bunu geçiştirerek, “umduğumuz, bir üçüncü ideolojinin, kendi toplumumuzun gerçeklerine ve özlemlerine cevap veren bir Türk ideolojisinin doğmasıdır. Bir üçüncü ideoloji mümkün mü? İslâmiyet, İslâmî sosyalizm, Atatürkçülük, İskandinav sosyalizmi?” diyerek bu konuda âdeta yeni ve lüzumsuz bir arayış ve araştırmayı başlatmasını doğrusu hayret ile karşılıyoruz. Zira Atatürkçülük, yukarıda niteliklerini vurguladığımız ve ortanın solundan ortanın sağına kadar bütün demokratik ve lâik dünya görüşleri ile uyuşan, yani “plüralist-çoğulcu” rejime uygun olan bir ulusal “modernleşme ideolojisi”dir.
...

Mustafa Kemal Meşrutiyet döneminin panislâmizm, pantürkizm ve federal imparatorluk ütopyalarına yanaşmamış, gerçekçi bir tek fikir olabileceğini görmüştür; bu da: Misak-ı Millî sınırları içinde, bağımsız ve özgür yaşamayı ve dünya milletlerini bir aile saymayı öngören Türk milliyetçiliğidir. Buna aynı zamanda “Atatürk milliyetçiliği” de diyoruz.

.....

Doç. Dr. Gül Celkan - Yazan: Paul B. HENZE
ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 57, Cilt: XIX, Kasım 2003


Tarihe mal olmuş kişiler, yani büyük devlet adamları genellikle başarılarıyla anılırlar. Mustafa Kemal'inde başarıları sayılamayacak kadar çoktur. Onun en büyük eseri demokratik ve ekonomik dinamizmin en güzel örneği olan Türkiye Cumhuriyeti Devleti 75.yılını kutlamaktadır. Her ne-kadar onu kaybedeli 60 yıldan fazla olmuşsa da, Türk ulusu onu her zaman saygıyla hatırlayacak ve yolundan yürümeye devam edecektir. 2O.yüzyılda yaşamış başka hiçbir liderin başarıları bu denli unutulmaz olamamıştır. Pek çoğu halklarını sürükledikleri felaketlerden dolayı nefretle anılmaktadır: Lenin, Stalin, Hitler, Mussolini, Horthy, Nasser, Nkrumah, Toure, Peron, Franco, Castro en bariz örneklerdir.

Amerikalı ve Avrupalı hayranları tarafından, sanki birer aziz gibi tapılıp yükseklere çıkarılan bu kişiler daha sonra hem kendi ülkelerinde hem de yurt dışında akıl almaz vahşet örnekleri göstermişler ve hem kendi ülkelerinin insanlarına hem de başkalarına yaptıkları kötülük büyük olmakla kalmamış ve etkileri çok uzun sürmüştür. Atatürk çağdaşlarının içine düştüğü bu tuzaklara düşmemiştir.

Aşırı Milliyetçilik

Atatürk bir zamanlar dünyaya hakim olan bir imparatorluğun kalıntılarından bir millet yaratmış ve halkının Türk olarak tanınmaktan gurur duymasını sağlamıştır. Geçmişlerinin bilincinde olarak yaşamalarını ve mükemmel bir istikbalin onları beklediğine inanmalarını sağlayabilmiştir. Ancak Atatürk'ün dikkat ettiği nokta her iki dünya savaşları sırasında Doğu Avrupa'yı etkisi altına alan ve birbirlerinden nefret ettiren baskı yöntemi uygulayan 20. Yüzyılın ilk yarısında ki milliyetçilik hareketlerinden kaçınmıştır. Atatürk'ün tasvip etmediği milliyetçilik Balkanları ve de Arap dünyasını kasıp kavurmuştur. Bugün de katliamlara yol açarak varlığını sürdürmektedir. Atatürk ise Türk gençliğine komşularından nefret etmelerini öğretmemiştir. Atatürk her çeşit aşırılığa karşı koymuş ve yabancı ülkelerde maceralara atılmak isteyenleri bu isteklerinden vazgeçilmiştir. Türk ulusuna 1923 Lozan Anlaşması ile çizilmiş olan hudutlar dahilinde kalan topraklarda mutlu bir hayat sürmelerini telkin etmiştir.

..........

Atatürk ün anlattığı gerçek Milliyetçik:


ATATÜRK’S VIEW OF NATIONALISM
(Abstract)

This article is the principle of nationalism, one of the important principles of Atatürk’s political philosophy. The author illustrates Atatürk’s concept of nationalism by quoting from his speeches and writings.

Atatürk İlkeleri, genel anlamda bir milletin uygarlık alanında varlığını kanıtlamasını ve içinde bulunduğu uygarlık çağına katkıda bulunmasını sağlayacak bir yönetim sisteminin dayanaklarıdır.

“Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir.” diyerek ayrımcılığa ve farklı tanımlamalara ve isimlere karşı çıkmıştır. Hangi ırktan hangi dinden olursa olsun bu ülkenin vatandaşı olan herkes Türktür.

Atatürk’ün Türk gençliğini yetiştirmek amacıyla açtırdığı üniversite ve okullara rağmen, Türkiye’de gerçek anlamıyla bir milliyetçilik duygusu yaratılamamıştır. Türkiye üzerinde çıkarı olan güçlerin karşı çabaları da bunu engellemiştir. Çıkarcı güçler öncelikle Atatürk’ün yaratmak istediği millî duygular üzerinde durmuşlardır. Propagandalarında bu ilkenin tam karşıtını söyleyerek millî duygularla alay etmeğe kadar varmışlardır.

Atatürk’ün bilimsel bir şekilde uyguladığı inkılâp yöntemi ise yabancı doktrinlerin terminolojisi ile açıklanmak istenmiştir. Bazen gericilik, bazen komünizm veya faşizm ya da sosyalizm maskesi altındaki çıkarcılar, Türk gençliğinin arasına karışarak milleti bölmeye çalışmışlardır. Ancak, millî benlik duygusu içinde yetiştirilmiş ve eğitilmiş güçler, bu bölünmeyi önlemiştir.

....................................................................................................................

İzmir-İktisat Kongresi Görüşler ve Değerlendirmeler

Prof. Dr. Zeki Hafızoğulları
ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ DERGİSİ, Sayı 46, Cilt: XVI, Mart 2000

” Efendiler, Hey’et-i aliyenizin bugün akdedmiş olduğu İktisat Kongresi çok mühimdir. Çok tarihidir.''

Hukukun kaynağının beşeri irade olması esasını, ayrıca, Atatürk’ün İzmir-İktisat Kongresini açarken yapmış olduğu konuşmada buluyoruz. Gerçekten, Atatürk, Teşkilat-ı Esasiye Kanunundan söz ederken, “...Bu devletin hayatında bila kayd-u şart hakimiyetin milletin uhdesinde kalacağını ifade eden kanundur “ , “...Bu kanun hâkimiyetin milletin uhdesinde kalabilmesi için halkın bizzat kendi iradesini şart kılan bir kanundur “ diyerek inatla Devletin temel düzeninin “ laiklik devlet düzeni “ olduğuna ve olması gerektiğine işaret etmiştir. Atatürk, “Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin milletten aldığı veçhile istiklal-i tam, ha-kimiyet-i Milliye umdelerine istinaden milleti zengin, memleketi mamur etmekten ibarettir “, “...Bu umde icabı bütün cihan bilmelidir ki, artık Türkiye halkı; hakimiyetini hiçbir şahıs ve makama veremez. Hakimiyet demek şeref demek, namus demek, haysiyet demektir. Bir milletten bu evsaf-ı medeniye ve insaniyetin terkini talep etmek onu insanlıktan çıkarmak demektir” düşüncesiyle, mevcut kurucu iktidarın ve bu iktidar eliyle ileride kurulacak kurulmuş iktidarın temelinin laik devlet düzeni olduğunu söylemektedir.

Görüldüğü üzere, devletin unsurundan biri olan egemenliğin kaynağının beşeri irade olması, yani millete ait bulunması, açıkçası laik devlet düzeni, bu düşüncede, sadece barış antlaşmasından sonra kurulacak “kurulmuş iktidarın” zorunlu bir şartı değildir, aynı zamanda Türk Toplumunun ulaşılması gereken bir “uygarlık düzeyi”, edinmesi zorunlu bir “insanlık” göstergesidir.

İzmir İktisat Kongresi, milli iktisadı dizaynda, o gün cari olan belli bir ideolojiye veya belli bir ekonomi doktrinine itibar etmemiştir. Bu, kongrede alınan kararlardan çıkarılabildiği kadar, kongrede yapılan konuşmalardan da açıkça çıkarılabilmektedir. Gerçekten, Mahmut Esat Bey, konuşmasında, “ Biz iktisat meslekleri tarihinde mevcut mekteplerden hiç birine mensub değiliz. Ne ( Bırakınız, geçsinler, bırakınız yapsınlar ) mektebine, ne de sosyalist komünist , etatist veya himaye mekteblerinden değiliz” ....”zikrettiğim mekteplerden hiç birine mensub olmamakla beraber memleketimizin ihtiyacına göre bunlardan istifade etmeyi de ihmal etmeyeceğiz’“ demektedir.

  • İzmir İktisat Kongresinde, şartlar gereği olarak devletin de ekonomik hayatta yer almasına işaret edilmiş olmakla birlikte, faşizm ve nazizme, salt liberalizme, sosyalizm veya komünizme itibar edilmemiştir.

İzmir İktisat Kongresinde, kimi zaman açık kimi zaman örtülü olarak, “yeni düzeni” kuracak, koruyacak ve geliştirecek ve bu düzenin cereyanına imkan verecek, teokrasiden arındırılmış, kaynağını beşeri iradede bulan ve milli toplum, milli devlet, milli iktisat gereklerini sağlayan yeni bir hukuk düzeninin oluşturulması zorunluluğuna işaret edilmiştir.

Böylece, İzmir İktisat Kongresinde, İleride kurulacak olan “Cumhuriyetin” ve yapılacak olan devrimlerin, özellikle Türk Hukuk Devriminin “meşruiyet” temeli oluşturulmuştur.

Kısacası, İzmir İktisat Kongresi, sözünde saklı ilkeler bakımından, Türk ulusunun dünü, bugünü, aynı zamanda yarınıdır



Atatürk'ün Söylev ve Demeçleri I-III
Mustafa Kemal ATATÜRK


Komünizm doğal olarak sınır tanımaz. Halbuki biz bir millî sınır kabul ediyoruz. Sonra tam bir bağımsızlıktan söz ediyoruz. Muhtemelen komünizm kayıtsız şartsız serbestliği gerektirir. Biz de bunu kabul edemeyiz.

Bizim Ruslarla olan ilişkilerimizde esas olarak kapitalizm aleyhine yani komünizm esasları konu bile edilmemiştir. Görüşebilmek için “Komünist olunuz” veyahut “olmaya mecbursunuz” diye kimse bize bir şey demediği gibi, “sizinle dost olabilmek için komünist olmaya karar verdik” dememişizdir. Böyle bir esas yoktur. Yalnız Rus Bolşevik Hükûmeti komünisttir. Bütün milletlere bu fikri, bu gerçek sosyal kuralı yaymak ister. Şunu bildirmek isterim ki, biz buna engel olacağız, veyahut bunu yapmayacaksınız demek Rusya Bolşevik Hükûmeti’nin varlığını tanımamak ve onu reddetmek demektir ki bunu da yapamayız. Yalnız memleketimize ve milletimize zarar getirmeyecek şekilde kesin önlemleri almak zorundayız ve bu alınan önlemlerde onlar elbette bize karşı olamazlar.

Atatürk'ün fikirlerini daha net bir ifadeyle ortaya koyduğu 1930 lu yıllardaki

Kendi elyazısıyla yazılmış "Demokrasi'ye Karşıt Çağdaş Akımlar" başlıklı yazı dizisinden :

Bolşevik kuramının Rusya'da uygulanmış şekline bakalım: Bütün Rus milleti içinden işçi, deniz ve kara kuvvetlerinden ibaret bir azınlık ekonomik esaslara dayanan, komünist partisi adı altında birleşerek, bir diktatörlük meydana getirmişlerdir. Amaçlarında, millî değildirler. Kişisel özgürlük ve eşitlik tanımazlar. Halk egemenliğine saygıları yoktur. İçeride çoğunluğu, zorlama ve baskı ile görüş noktalarına uymaya zorlarlar; dışarıda propaganda ve ihtilâl örgütü ile, bütün dünya milletlerine kendi ilkelerini yaymaya çalışırlar. Halbuki, hükümet kurmaktan amaç, evvelâ, bireysel özgürlüğün teminidir. Bolşevik hükümet şeklinde istibdat niteliği görülmektedir. Bir toplumu, bir kısım insanların görüşlerinin, zorla, esiri ve düşkünü yaşatmak şekline, doğal ve uygun bir hükümet sistemi gözüyle bakılamaz.
1930 (Afetinan, M.B. ve MK. Atatürk'ün El Yazılan, s. 420 -422)

Kendi arzularını kolaylıkla desteklemek isteyen birtakım kimseler hilekârcasına komünizm ve diğer kuruluşa taraftar olduğumu daima yayıyorlar. Fakat yanlıştır.
1920 (Atatürk'ün T.T.B.IV, s.351)

Biz ne bolşevikiz, ne de komünist; ne biri, ne diğeri olamayız. Çünkü, biz milliyetçiyiz ve dinimize (manevi veya şuursal inancımıza) saygılıyız.

Özetle, bizim hükümet şeklimiz tam bir demokrat hükümetidir ve dilimizde bu hükümet, "halk hükümeti" diye anılır. Bu hükümet, doğrudan doğruya milletin arzularını karşılamaya hizmet eder ve millet ve memleketin yönetimine kendisi sahiptir. Bu nedenle kendi yazgısını kendisi belirler. Yönetimsel kuruluşlarımızın hepsinde uygulanacak olan yöntem de budur.
1922 (Atatürk'ün S.D.IU, s. 51-52)

Amerikalı kadın gazeteci Gladys Baker'e verdiği demeçten:
Türkiye'de bolşeviklik olmayacaktır. Çünkü Tük hükümetinin ilk amacı, halka özgürlük ve mutluluk vermek, askerlerimize olduğu kadar, sivil halkımıza da iyi bakmaktır.
1935 (Ayın Tarihi, No: 19, 1935)


Yabancı akımlarla mücadele

5.8.1929 gecesi Eskişehir garında Sakarya gazetesi başyazarına verdiği demeçten:

Türk milletinin toplumsal düzenini bozmaya yönelen didinmeler, boğulmaya mahkûmdur. Türk milleti, kendinin ve memleketin yüksek çıkarları aleyhine çalışmak isteyen bozguncu, alçak, vatansız ve milliyetsiz beyinsizlerin saçmalamalarındaki gizli ve kirli emelleri anlayamayacak ve onlara hoşgörüyle davranacak bir topluluk değildir. O, şimdiye kadar olduğu gibi doğru yolu görür. Onu yolundan saptırmak isteyenler ezilmeye, ortadan kaldırılmaya mahkûmdur. Bu hususta köylü, işçi ve özellikle kahraman ordumuz candan beraberdir. Bunda kimsenin şüphesi olmasın!
1929 (Ayın Tarihi, Cilt: 20, Sayı : 65, s. 4791)

Bununla birlikte devletçilik Komünizme hiç benzetilmemiş ve aynı zamanda mevcut özel sektörü daima korumuştur. İsmet İNÖNÜ bu konuda şöyle demektedir: “Atatürk’ün görüşlerinde meçhul bir yer yok. Başından beri özel teşebbüsü esas tutmuş ve ölünceye kadar bu prensibi uygulamıştır.”

Atatürkçü düşüne sisteminde devletçi politikaların muhtevası dondurulmuş değildir. Şartların ve zaruretlerin değişmesi ile devletçilik politikalarının muhtevasında gerekli değişikliklerin yapılabileceği açıktır. Atatürk’ün hayatı boyunca da böyle olmuş, bazen daha devletçi, bazen daha liberal ekonomik politikalar izlenmiştir.


kaynakça:
http://www.atam.gov.tr/index.php?Page=DergiIcerik&IcerikNo=863
http://www.atam.gov.tr/index.php?Page=DergiIcerik&IcerikNo=154
http://www.atam.gov.tr/index.php?Page=DergiIcerik&IcerikNo=1036
http://www.atam.gov.tr/index.php?Page=Print&DergiIcerikNo=819&Yer=DergiIcerik
http://www.atam.gov.tr/index.php?Page=FikirDusunceler&IcerikNo=54
http://www.atam.gov.tr/index.php?Page=Print&DergiIcerikNo=498&Yer=DergiIcerik

Hiç yorum yok: