23 Ekim 2008 Perşembe

osmanlının sağlığa zararları

Osmanlı Devletinin bozulması ve Osmanlı hanedanının toplum sağlığına zararları:

Duraklama ve şifayı kapma dönemi: 17. yüzyıldan itibaren tahta çıkan padişahların devlet işlerine ilgisiz kalmaları ve genellikle ordunun başında sefere çıkmamaları ve zevki-i sefa yapmaları. Şehzadelerin sancaklara gönderilmemesinden dolayı, devlet işlerinde yeterli bilgi ve tecrübeye sahip olmadan devletin başına geçmeleri. Önemli makamların liyakata bakılmadan rüşvet ve iltimas yoluyla dağıtılması gibi nedenler etkili olmuştur. Deneyimsiz,bilgisiz kişiler tahta geçmiş, bu nedenle merkezi yönetim bozulmuştur.

İhracatın azalması, ithalatın artması ve kapitülasyonların giderek Avrupalı devletlerin sömürü aracı haline gelmesi
Sömürgelerden Avrupa’ya yüklü miktarda altın ve gümüşün gelmesi, bu madenlerin bir miktarının Osmanlı ülkesine girmesi ve paranın değerini düşürerek enflasyonu artırması.
Saray masrafları. Vergilerin yükseltilmesi üzerine köylerde yaşayan insanların vergilerini ödeyemeyerek tarımsal üretimi bırakmaları

Eğitim sisteminin temelini oluşturan medreselerin çağın gerisinde kalması ve Avrupa’da eğitim alanında meydana gelen yeniliklerin takip edilmemesi
Medrese öğrenimi görmemiş pek çok kişiye ilmi rütbeler verilmesi

Coğrafi Keşiflerle zenginleşen ve ekonomilerini güçlendiren Avrupa devletleri, Rönesans ve Reform hareketleriyle düşünce ve bilim hayatında önemli atılımlar yapmıştır. Osmanlı İmparatorluğu Avrupa’daki teknolojik ve bilimsel gelişmelere ayak uyduramamış, Avrupa’nın gerisinde kalmıştır.

Kanuni süleyman babasından miras kalan hazineler sayesinde şöhreti yakalamış birkaç bişeyde kendi yapmıştır, ancak bilgisizliği Viyana kuşatmasında belli olmuştur. Herşeyi o kadar bozmuştur ki sırf sağlığında babası Yavuz Selimin kurduğu otorite sayesinde Devlette bir bozulma yaşanmamıştır. İçte ve dışta ülkenin itibarı korunmuştur. Viyanaya kadar tabi..

Osmanlı yönetimi Türk Milletine gereken önemi vermedi. Türk kültürü ve halkın uygar bilinci köreltildi.


‘’Şalvarı şaltak Osmanlı
Eyeri kaltak Osmanlı
Ekende yok , biçende yok
Yemede ortak Osmanlı’’

(Prof. Dr. Faruk Sümer’den aktaran Ş. Keçeli, 1995, s. 79 )

...

“Fuzuli, gökten yere insen sana yer yok
"Türk" sözcüğü, Anadolu köylüleri için kullanılır olmuştur.( Bozkurt Güvenç, Türk Kimliği, s.22, 23, Cahen'den aktaran, Bernard Lewis, Modern Türkiye'nin Doğuşu, s.1.)
Halka Türk deniyordu bir anlamda.. Halktan değil güçlüden yanaydı Osmanlı.

Türk halkının zeki ve boyun eğmez olduğunu bilen Osmanlı kendi sözünü köpek gibi dinleyecek kul arıyordu. Bu sebeple Türküm diyeni sevmezdi hanedan. Günü geldi Türküm diyen biri Osmanlının zorla ve güç kullanarak elde edilen Padişahlık yönetimine son verdi. Bütün Hanedanın pisliğine rağmen Türk gine boyun eğmedi.

Yürü var gel, ya Arap’tan ya Acem’den”

(Türkler gökten Allah tarafından dahi indirilse Osmanlı’nın gözünde makbul olmaz.Arap ve Acem Osmanlı’nın nazarında muteberdir.)

...

‘’Leş ve baş ile dolmuştu ordu yeri
Az bulunur çok eşyalar ele girdi
Kesti Türkmen boyunu Rum Padişahı
Kederlere düşen Uzun(Hasan) haddin bildi.’’

(Hoca Saadettin Efendi Tacü’t-Tevarih/ 3. cilt s. 133, adlı kitabında Otlukbeli Savaşı’nı anlatıyor.)

...

Baki’nin Kanuni’ye sunduğu şiirden;

‘’Her tac olmaz fahr-u fena ehline sertac
Türk ehlinüney hace başı biraz kabadır.’’

( Her taç yoksulluk ve yokluk ehline baş tacı olmaz/Ey Hoca, Türk toplumundan olanın başı kabadır,sultan olma yeteneğinden yoksundur.)
...

Hırvat kökenli, Sadrazam Kuyucu Murat döneminde (1606-1611), 155.000 insan doğranmış ya da diri diri kuyulara doldurulmuşlardır. Aman dileyen insanlara Kuyucu'nun yanıtı "Vurun şu pis Türkün başını" olmuştur. Cellatların bile öldürmeye kıyamadığı çocuğu atından inerek öldüren Kuyucu Murat Osmanlı'nın yetkilisi, öldürülen çocuk da Anadolu'nun evladı Türk’tür.(Naima Tarihi’nden)

...

İstanbul'un alınmasından 4. Murat'ın ölümüne dek geçen 187 yıl içinde, devşirmelerden 66, Türk kökenlilerden de 10 kişinin sadrazamlığa atanmış, aynı dönemde devşirmeler toplam 167 yıl, Türk kökenli sadrazamlar ise 17 yıl görev yapmıştır.(Hikmet Bayur, a.g.y., s.17.)

Abdülhamit'in Araplara ve İslamiyet’e dayanan siyaseti, Türk’ü, Türkçüleri baş düşman olarak görmekteydi. Onun zamanında "Türk’üm demek, Türk’ten söz etmek büyük suçtu". (Esat Kamil Erkut, a.g.y., s.63)

...

Halkı cahil bırakan ve ona değer vermeyen Osmanlı, savaşlarda sadece halkı sayesinde toprağını genişletiyordu.

Son Padişahı Vahdettin'in yayımladığı bu bildirilerden birisinde su tümceler yer almıştır;

"Türkler dini, kavmiyeti, vatanı meşkuk (kuşkulu...) ve mahlud beş-altı milyonluk cahil bir kitledir." Türkçe'si; "Türkler; dini, soyu sopu, yurdu belirsiz karmakarışık bir cahiller sürüsüdür".
(Vahdettin'in El Ahsam Gazetesinin 16 Nisan 1923 günlü sayısında Osmanlıca ve Arapça yayınlanan bildiriden.)

İmparatorlukla yönetilen Devletler milliyetçiliği veya tek bir milletin önceliğini ön plana çıkaramazdı, çünkü milliyetçilik düşüncesi Cumhuriyet yönetimi olmayan, sadece birkaç kişinin söz hakkı olduğu yönetimdir. Halkın milli duyguları hanedanın sonunu getirir. O başına buyruk istediği idareyle değil padişahın kulu olmalıydı. Ülkeyi yönetmek sadece Padişah, yakın çevresi, eş dost, akrabaya aitti. Bunlar yeteneksiz olmuş, bilgisiz olmuş hiç önemi yoktur; sapık olmuş, cahil olmuş, çocuk veya bebek olmuş.. yeter ki Padişahların uyduruk soyundan olsun.

Halkı yani Türklere hakaret içeren sözleri padişahlar masal gibi dinliyordu, kendileride Osmanlıyı övüp halkı küçük gören şiirleri seviyorlardı.

Osmanlı son asırlara kadar Anadolu’nun halkın servetini büyük bir israfla harcamıştır, fakat ona birşey vermemiştir. Bu yüzden Anadolu Türkleri yoksul ve geri kalmıştır, Anadolu da harab bir memleket haline gelmiştir. Anadolu halkı arasında idarecilere Osmanlı adı veriliyordu. Osmanlıdan kasıt nedir belki daha iyi anlaşılır. Anadolu Türkleri bunlara adeta yabancı ve istilacı bir zümrenin mesupları gözü ile bakıyorlardı. Osmanlı sınıfının mensupları, Anadolu halkına bilhassa köylü ve göçebelere göre mağrur, haşin, hilekar, sözünde durmaz, vefasız ve egoist insanlardır.

Gerçekten XIX. Yüzyılda Anadolu’ yu gezen Avrupalı seyyahlar Anadolu Türkleri’ nin yoksulluklarına rağmen asil ruhlu, namuslu insanlar olup, kötü idareciler elinde yoksul ve geri kalmış bir duruma düştüklerini yazarlar ki, bunun bir gerçek olduğu şüphesizdir.

...


II. Abdülhamit döneminde Türklüğe yakınlaşmanın sebebi ise,
Ümmetçilik politikası iflas etmişti. Osmanlıcılık politikası da iflas etmişti.
Malum Arap ayaklanmaları…
Sonunda Modern dünyanın ortaya çıkmasıyla bir gerçek anlaşıldı; milliyetçilik..
Yüzyıllar sonra aslında devletin asli ve kurucu unsuru Türkler, Osmanlı hanedanına bu izni veren Türkler.. Türklüğü iyice bozulan, kanından zihnine kadar bozulan osmanlı hanedanı siliniyorken aklı başında bazı yöneticiler son çırpınışlarını vermekteydi.
Birçok unsur Türkleştiriliyordu, asli kimliğine bürünüyordu herşey. Bir Ulusun üstündeki tozdan tabaka kalkıyordu.

Osmanlı gayri-Türklere güvenilmeyeceğini çok geç anlamıştı.

Osmanlı hanedanı vardır, Osmanlı denilen halk vardır. Osmanlı hanedanı Osmanlılar diyede andığımız devrin nüfusunun binde biri diyelim. Akrabası şusu busu, yalakası falan filan.. Ancak Osmanlıya hakaret edenleri ve Osmanlının hatalarını gösterenleri kınamak çok saçmadır. Bazıları o kadar bilgisiz ve anlayışsız ki Osmanlıyı sadece öveceksin hiç yanlışını göstermeyeceksine getiriyorlar işi.. yahu var mı böyle aptalca bir tutum, sen bu kafayla hangi Ülkeye hizmet edeceksin.

Osmanlıyı kuranda Türktür, Osmanlıda Türkçe konuşan herkeste Türktür. Birçoğuda zamanla Türkleşmiştir. Osmanlının hatasını görenler bu topraklar yabancılara peşkeş çekilirken bu yurdu kurtaranlardır. Bu toprakları kurtaran bu gerçekçi düşüncedir, doğruyu yanlışı, iyiyi kötüyü ayırt edebilme yetisidir.

Osmanlıyı kimse reddedemez, şöyle diyelim Tarihte bir Osmanlı Devleti vardı ve bu Türk Milletinin mayasıyla oluşmuş, iyi bir kültürle, anlayışla, inançla harmanlanmış ancak zamanla gericilik, hurafeler ve saltanat yönetiminin olumsuz koşulları neticesinde Türkiye nin o zamanki yönetiminde söz sahibi olanlar hataya yavaş yavaş düşmüşlerdir. Kimisi hatayı aşarak yanlışın ve bozulmuşluğun ta kendisi olarak İmparatorluğu yönetmeye kalkışmıştır. En son olarak Vahdettin tam bir teslimiyetçi politika izlemiş sonunda korkak, hain ve duygusuz olarak defolup gitmiştir. Aslında Vahdettin yanlış bir yönetim biçiminin vücut bulmuş hali gibidir. Ne hikmetse böyle bir padişahla İmparatorluk son bulmuştur.



Atatürk'ün Osmanlılar Hakkında Görüşleri

Gerçekleri öğrenmekten korkmayalım! Çünkü, çok açıktır ki, biz bilmesek de gerçekler hükümlerini bize danışmaksızın yürütmektedirler. Hiç bilmek gibisi olur mu? Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?

Osmanlı tarihini öğrenir ve onu mahkum etmek durumunda kalırsak tarihsizliğe mi uğrarız? Tarihsel köklerimizi mi yitiririz? Tarihle bağımız kopar da ortada mı kalırız? Yok böyle birşey.. Yeryüzünde yaşam sürüyor ve her şeyin bir geçmişi var. Bu bağı koparmak olası değil. Ancak, sorgulayan akıl, kendisini geçmişte yaşanan yanlışlıkların onaycısı olmaktan alıkoyabilir.

Yazımıza başlamadan şu noktanın altını özellikle vurgulamak isteriz : Yazı boyunca incelenen konunun öznesi Osmanlı HA NE DA NI dır!

Dolayısı ile düşüncelerimizin bu gözle değerlendirilmesi gerekir. Osmanlı Hanedanı’dan kasıt, esas olarak padişah, sadrazam ve vezirler, şeyhülislam, harem ile hanedan buyruğunda görev alarak Türk halkı ve öbür tebaya her türlü zulmü yapanlardır. Bu aile, TBMM’nin çıkarttığı Vatana İhanet Yasası ile Saltanat’ın kaldırılmasıyla birlikte yurtdışına sürülmüştür. TBMM, 1 Kasım 1922 günü saltanatı kaldırmış ve Osmanlı ailesinin yaptıklarını vatan hainliği olarak kabul etmiştir. Son Padişah vatan haini VI. Mehmet Vahdettin de, İngilizlere sığınarak, bu yasanın çıkmasından 15 gün sonra Malaya adlı bir İngiliz zırhlısı ile Malta adasına kaçmıştır. O Vahdettin ki, ülkeyi kendi tahtı, ailesi, saltanatı, kısacası bir avuç Osmanlı Hanedanı için sattığı hakkında sayısız belge vardır. Mustafa Kemal, Söylev’inde ve anılarında Vahdettin’i, davranışlarından örnekler ve belgelerle ve kezlerce hain, alçak, soysuz olarak nitelemektedir. Bu anılar, Atatürk’ün sağlığında Hakimiyet-i Milliye Gazetesi’nde günlük olarak yayınlanmıştır. Atatürk, sofrasında F. Rıfkı Atay ve Mahmut Soydan’a not ettirdiği bu anılarını, yaşamda iken yayınlatmıştır. Hatta kitaplaştırılan anılarına önsöz bile yazarak bu anıları sahiplenmiş ve dileğinin, halkının tarihsel gerçekleri öğrenerek kendisinin ve arkadaşlarının bu ulus -Türk ulusu- için ne yapmak istediklerinin daha iyi anlaşılması olduğunu belirtmiştir.

Padişah ve Halife olan zat, yaşam ve rahatını kurtarabilecek çareden başka birşey düşünmüyor.
(Nutuk, Cilt 1, s.10)

Söylev’den alınan şu dizeler ibret dolu değil mi? (Prof.Dr.Özer Ozankaya, Söylev’den Seçkiler)
“ Beni İstanbul’dan sürüp uzaklaştırmak isteyenlerin bana bu geniş yetkiyi nasıl verdiklerine şaşabilirsiniz. Hemen söylemeliyim ki onlar bana bu yetkiyi bilerek ve anlayarak vermediler. Yetkiye ilişkin yönergeyi de ben kendim yazdırdım.”


“ Ulus ve Ordu, Padişah ve Halife’nin hainliğinden haberli olmadığı gibi, o makama ve o makamda oturan kişiye karşı yüzyılların kökleştirdiği din ve gelenek bağlarıyla boyun eğmiş durumda. Halifesiz ve padişahsız kurtuluşun anlamını kavrama yeteneğinden yoksun. ”

“ Halife ve padişah bu kişi haindir; düşmanların, yurt ve ulusa kötülük yapmak için kullandıkları bir araçtır. Lozan, Türk ulusuna yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevr andlaşmasıyla tamamlandığı sanılmış büyük bir suikastın yıkılışını anlatan bir belgedir. Osmanlı tarihinde benzeri bulunmayan bir siyasal zafer eseridir! ”

“ Padişah ve halifelik orununda bulunan Vahdettin soysuzlaşmış, yalnız kendini ve tahtını güvenceye bağlayabilmek düşü arkasında, alçakça yollar araştırmakta. Damat Ferit Paşa’nın başkanlığındaki hükümet güçsüz, onursuz, korkak, yalnız padişahın isteklerine uymuş..” (Söylev 1-2, syf. 35, Çağdaş yay. İst. 1995, 28. bs., yayına haz. H. Veldet Velidedeoğlu)

“Halifeliğe gelince, bunun bilim ve tekniğin ışığa boğduğu gerçek uygarlık dünyasında gülünç sayılmaktan başka bir durumu kalmış mıydı?..” (Türk Dil Kurumu yay., 1965, syf. 10-12)

Büyük tarihçi Bernard Lewis’in, “Osmanlılardan özgürlüğünü son kurtaran ulus Türkler oldu.” değerlendirmesini hiçbir zaman gözardı etmemek gerekir.

***

İşte bizim karşı olduğumuz bu Hanedan’dır. Geride kalan, Anadolu-Rumeli insanı elbette bizim insanımızdır. Bizler o insanların devamıyız. Bizim atamız Osmanlı hanedanı değil. Bakınız Osmanlı
Hanedanı’nın Türk ulusuna yaptığı kötülükleri Yüce Atatürk nasıl vurguluyor :

“Osmanlı İmparatorluğu en görkemli, büyük ve güçlü devirlerinden başlayarak ulusun bağımsızlığı zararına o denli çok şey feda eylemiş idi ki, sonuç yalnız kendisinin yıkılıp yokolmasınyla kalmadı. Belki kendinden sonra da ülkenin gerçek sahibi olan ulus, hakkını ve varlığını kanıtlamak için çok büyük güçlüklerle karşılaştı.” (13.08.1923, Söylev ve Demeçler Cilt 1, s. 317-8, T.İ.T. Enst. Yay., Ankara, 1961)

***

Atatürk, Osmanlı’nın 1. Dünya Savaşı’na girişinin yersizliğini, savaşta yapılan yönetim yanlışlarını vurguluyor ve esas olarak Osmanlı’nın yayılmacı politikasını da eleştiriyor :
“ İtiraf ederim ki, Osmanlı Devleti’nin Dünya Savaşı’na nasıl bir hedef ve amaç elde etmek için
girdiğini, yani savaşa katılmaktan murat edinilenin ne olduğunu anlamış değilim.. .. Savaşa girdikten sonra yönetim bakımından yapılan yanlışlar çoktur. Bir ulusun asıl gücü, kendi yaşam ve varlığını savunmak içindir. Fakat kendi varlığını unutup da herhangi yabancı bir amaç elde etmek için asla uygun değildir.” (16-17 Ocak 1923, Atatürk’ün Eskişehir-İzmit Konuşmaları, İzmit Basın Top., Arı İnan, TTK yay., 1982)

Büyük Atatürk, çok net biçimde bizim Osmanlı’dan olmadığımızı şu sözü ile belirtiyor :
“ Bizim ulusumuz, ulusallığı bilmezliğe gelişinin çok acı cezalarını gördü. Osmanlı İmparatorluğu içindeki türlü kavimler hep ulusal inanlara sarılarak, ulusallık ülküsünün gücüyle kendilerini kurtardılar. Biz ne olduğumuzu, onlardan ayrı ve onlara yabancı bir ulus olduğumuzu sopa ile içlerinden kovulunca anladık. Gücümüzün azaldığı anda bizi aşağıladı, horladılar.
Anladık ki, kabahatimiz kendimizi unutmaklığımızmış. ” (Mart 1923, Söylev ve Demeçler, c. II)

“ Anadolu’da yeniden ulusal bir devletin kurulması ulusumuzun ergin anlayışı ve takdire değer
bir uyanış hareketi idi; fakat düşmanla beraber halife ve padişah olan zat, bundan memnun olmadı. Paris’te imzaladıkları Sevr anlaşmasını zorla ulusa kabul ettirmek için ortak önlem aldılar. Anadolu’nun ulusal heyecanlarını bastırmak için başvurulmadık şeytanlık (şeytanet) bırakmadılar. Bir yandan dini siyasete alet ederek Anadolu mücahitlerini idama mahkum ettiler. Halkı, bilinen fetvalarla birbirini öldürmeye teşvik eylediler. Bir yandan da bazı pespayelerin ceplerini doldurarak Kuvâ-yı İnzibatiye veya Hilafet Ordusu namıyla üzerimize saldırdılar. Saf ve masum halkı birçok uydurma ile kandırarak içte yer yer isyan ateşleri yaktırdılar.” (13 Ağustos 1923, Söylev ve Demeçler cilt 1, sy. 315, T.İ.T. Enst. Yay., Ankara, 1961)

“ Ben 1919 senesi Mayıs’ı içinde Samsun’a çıktığım gün, elimde hiçbir maddi güç yoktu. Yalnız büyük Türk ulusunun asaletinden doğan ve benim vicdanımı dolduran yüksek ve manevi bir güç vardı. İşte ben bu ulusal güce, bu Türk ulusuna güvenerek başladım… ” (ATATÜRK, Söylev cilt 1, syf. 15-16)

İşte bizim karşı olduğumuz bu Hanedan’dır! Seçimimiz ise Cumhuriyet’in yüceltilmesidir. Geride kalan, Anadolu-Rumeli insanı elbette bizim insanımızdır. Bizler o insanların devamıyız. Ama bizim atamız Osmanlı hanedanı değil! Biz Hanedan soyu değiliz! Yani Osmanlının ne kanından ne de fikrindeniz, o zihniyet yerin dibine geçmiştir.


Mustafa Kemal, Osmanlı Hanedanı ile ilgili olarak , 31 Ekim / 1 Kasım 1922 gecesi TBMM komisyonunda Saltanat’ın kaldırılmasının görüşüldüğü ve tartışmaların uzadığı bir sırada bu Komisyona gidip, bir sıranın üstüne çıkarak şu ünlü konuşmasını yapmıştır :

“ Efendiler, egemenlik ve saltanat, hiç kimse tarafından, hiç kimseye, bilim gereğidir diye, görüşmeyle, tartışmayla verilemez. Egemenlik, saltanat, güçle, erkle, zorla alınır. Osmanoğulları zorla Türk ulusunun egemenlik ve saltanatına el koymuşlardı. Şimdi de Türk ulusu, bu saldırganlara artık yeter diyerek, ayaklanarak, egemenlik ve saltanatını doğrudan kendi eline almış bulunuyor. Burada toplananlar, Meclis ve herkes doğal görürse, kanımca uygun olur. Yoksa gerçek yine yolu yordamıyla anlatılacaktır. Ama belki birtakım kafalar kesilecektir. ” (SÖYLEV’den seçkiler, Prof.Dr. Özer OZANKAYA, Söylev, syf. 495)

Osmanoğulları milletin özgürlüğünü ve hayatını çalmıştı. Osmanlının o kafayla fethettiği her toprak Türk yönetiminden çıktı, kaybedildi. O osmanlının egosunundu, saldırgan ve cahil tavrınındı. Diğer Milletlerde de krallıklar bu tür egolara sahipti haliyle. Sonuçta bir gurubun dayatmacı, kıt anlayışlı yönetim biçimleridir bunlar.

Bu yoldaki örnekleri çok daha artırmak ve Osmanlı Hanedanı’nın, yurt elden gittiği halde, Sevr’i bile onaylatarak salt biçimsel taht ve saltanat için ülkeyi sattığını, vatan hainliği yaptığını kezlerce kanıtlamak olasıdır.


Nitekim 10. Yıl Söylevi’ni bağlama tümceleri de çok anlamlıdır. Adeta 600 yıldır Osmanlı Hanedanı’nın baskısı altında yok olmaya yüz tutmuş Türk’lük için yaptığı vurgu çok nettir :

“ Asla kuşkum yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük uygar niteliği ve büyük uygar yeteneği, bundan sonraki gelişimi ile, geleceğin yüksek uygarlık ufkunda bir güneş gibi doğacaktır.”

O yüzdendir ki, asla ırkçılık yapmaksızın, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran tüm halkları, Türk Halkı olarak bir potada birleşmeye çağırmış ve ulusal birliğin sağlam çimentosu olarak “NE MUTLU TÜRK’ÜM DİYENE!” demiştir.

Türk Tarihini Tetkik Cemiyeti’nin çıkardığı, 1934’te liselerde ders kitabı olarak okutulan Tarih kitabından bir alıntı yapalım : “Şurası memnuniyetle hatırda tutulmalıdır ki, Türk Milletinin asıl kütlesi Osmanlı’lık vasfını üzerine almamıştır. Gerçekten Anadolu halkı, her zaman, Sarayla onun çevresinde toplanmış zümreye Osmanlı demiş ve kendini daima onun dışında tutmuştur.” (Zeki Sarıhan, Cumhuriyet Devriminin Osmanlı’ya Bakışı, Bilim ve Ütopya, sayı 59, Mayıs 1999, sf. 21-31).


Anadolu halkının, yüzlerce yıl süren Osmanlı sömürüsü nedeniyle günümüzdeki geriliğini yine Yüce Önder Atatürk’ümüzün kaleminden aktaralım :

“ Ulusumuz; Kurtuluş Savaşı’nda, ne şeyhülislamların din gereğidir, diye gericiliği çağıran fetvalarını ve ne de halife ve padişahın camilerden çalınan ayet ve hadislerle süslenmiş ve işlenmiş sancakları başlarında taşıyan hilafet ordularına ve ne de ulusal savaşa devamın hiçbir şey elde etmedikten başka büsbütün yok olma nedeni ve dağılıp bozulma olacağını bildirme ile ulusu bağımsızlık ve egemenliğinde hoşgörülü kılmaya zorlayan hükümet çevrelerinin gafil ve cahil çalışmalarına ve en sonunda ne de uçaklarıyla halife padişahın bildirilerini savaşan ordumuzun saflarına atan ve halife adına hareket ettiği söyleyen Yunan ordusunun kandırmalarına zerre kadar ilgi göstermedi ve gösteremez, göstermeyecektir. Özellikle bundan sonra, kesinlikle göstermeyecektir. Çünkü bu ulus, yüzyıllardan beri bu gibi gericilerin, bilgisizlerin, ikiyüzlülerin, çıkarcıların, serserilerin sözlerine inanmak saflığını gösterdikleri içindir ki; bugün çamurdan ve sazdan izbelerde oturmaya mahkum olmuş, çıplak ayaklarıyla ve çıplak vücutlarıyla çamurların, karların, yağmurların amansız şamarları altında yeniden aklını başına toplama zorunda kalmıştır. ” (16 Ocak 1923 / Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, c. II, syf. 58-59)

Osmanlı Hanedanı bu uğursuz saltanatını sürdürmek için İslam dini dahil her aracı hiç çekinmeden ve
etik dışı, insanlık dışı biçimde kullanmıştır. Bu 600 yıllık Osmanlı hegemonyası dönemi, 15 bin yıla varan
parlak ve evrensel Türk tarihi içinde Türklerin tam anlamıyla tutsak edildiği, gerçekten üzüntü duyulacak,
acı veren bir dönemdir. Bundan mutlaka dersler almak gerekir. Bu da Osmanlı’ya körükörüne, bilinçsizce öykünerek değil, onunla yürekli biçimde hesaplaşarak yapılabilir.

“ İtiraf edelim ki, biz üç buçuk yıl öncesine değin bir insan kalabalığı halinde yaşıyorduk. Bizi istedikleri gibi yönetiyorlardı. Dünya bizi, bizi temsil edenlere göre tanıyordu. Üç buçuk yıldır tamam bir ulus olarak yaşıyoruz. Bunun maddi ve açık tanığı, hükümetimizin biçim ve niteliğidir ki,
onu yasa, Büyük Millet Meclisi diye adlandırdı. ” (Mustafa Kemal Atatürk, Ekim 1922, Söylev ve Demçler c. II).

Mustafa Kemal Türk Milletini içteki ve dıştaki düşmandan kurtarmak için Osmanlı Devletinin Paşalarından biri olmuştur. Osmanlı’ya isyan etmiş, isyan ettirmiş ve Türk ulusunun sıradan bir bireyi olma onuru ile yetinmiştir.

Anlamamakta direnenler için daha da açığını yine Ata’nın ağzından aktaralım :
“ Biz Türk’üz; tam anlamıyla Türk’üz. İşte o kadar! Bize iyi müslüman olmak yeter. Dostlara sahip bulunmak, tam bağımsızlığımızı korumak, her şeyi Türk cephesinden düşünmek. Bu realist bir görüştür; Osmanlı İmparatorluğunu mahveden ideolojiye tepkidir.” (Atatürk’ü Anmak, M. Yüzbaşıoğlu, Remzi Kitabevi İst. 1981, syf. 179)

Çok açıktır ki, Osmanlı’nın sözde çokuluslulu imparatorluk ideolojisi kendisinin de yok olmasına, mahvolmasına neden olmuştur. Çok uluslu, yayılmacı (emperyalist) bir ümmet topluluğunun yanlış ideolojisine, bizim, Cumhuriyetçiler olarak tepkimiz vardır; o da ulus devlettir.


Büyük tarihçi Karal, Atatürk’ten aktarıyor (Atatürk’ten Düşünceler, Enver Ziya Karal, syf. 25):
“ Yeni Türkiye’nin eski Türkiye ile hiçbir ilişkisi yoktur. Osmanlı hükümeti tarihe karışmıştır. Şimdi yeni bir Türkiye doğmuştur. ”

----------------------------------------------------------------------------------

Saltanat yönetimi ile hurafeler ve gericilik Osmanlıyı anlatır bizlere..

Atatürk'ün konuyla ilgili sözlerinden bazıları,

“Türk ulusu daha dindar olmalıdır. Yani bütün yalınlığıyla,gerçek anlamıyla dindar olmalıdır, demek istiyorum. Dinime bizzat gerçeğe nasıl inanıyorsam ona da öyle inanıyorum. Bilince ters, ilerlemeye engel hiçbir şey içermiyor. Oysa Türkiye'ye bağımsızlığını veren bu Asya ulusunun içinde daha karışık, yapay, boş inançlardan ibaret bir din daha vardır. Ancak bu cahiller, bu acizler sırası gelince aydınlanacaklardır. Onlar aydınlığa yaklaşamazlarsa kendilerini yok ve mahkum etmişler demektir. Onları kurtaracağız.”

Atatürk hiçbir zaman dine karşı olmamıştır. Onun mücadele ettiği, din maskesi altında insanların sömürülmesi, dini kullanarak kendine makam, konum ve çıkar sağlayarak dini yozlaştıranlardır. O’nun gerçek anlamda nelerden yakındığı, 16 Mart 1923'te Adana Türk Ocağı’nda esnafla yaptığı konuşmasında ortaya çıkmaktadır:

“… Bizi yanlış yola sevk eden kötü yaratılışlılar bilirsiniz ki çoğu zaman din perdesine bürünmüşler, saf ve temiz halkımızı hep şeriat sözleriyle aldatagelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz. Görürsünüz ki ulusu mahvedeven, tutsak eden, yıkan kötülükler hep din kılığı altındaki dinsizlik ve kötülükten gelmiştir. Onlar her türlü hareketi dinle karıştırdılar. Oysa, elhamdülillah, hepimiz Müslüman'ız, hepimiz dindarız. Artık bizim dinin gereklerini öğrenmek için şundan bundan derse ve akıl hocalığına gereksinimimiz yoktur. Analarımızın, babalarımızın kucaklarında verdikleri dersler bile bize, dinimizin esaslarını anlatmaya yeterlidir. Buna karşın hafta tatili, dine aykırıdır gibi iyi, akla ve dine uygun konulara ilişkin, sizi kandırmaya, ayak diremeye çalışan kötülükçülere güvenmeyin. Ulusumuzun içinde gerçek ve ciddi bilgeler vardır. Ulusumuz bu gibi bilgelerle övünmektedir. Onlar ulusun güvenini ve ümmetin saygınlığını kazanmışlardır. Bu gibi bilgelere gidin. Bu bey bize böyle diyor, siz ne diyorsunuz deyiniz. Ancak genelde buna da gerek yoktur. Bizim dinimiz için herkesin elinde bir değer ölçüsü vardır. Bu ölçüyle herhangi bir şeyin bu dine uygun olup olmadığını kolayca anlayabilirsiniz. Hangi şey ki akla, mantığa, toplum çıkarına uygundur; biliniz ki o dinimize de uygundur.''

Atatürk aynı zamanda ulusal egemenlik ilkesine karşı çıkışı da gericilik olarak nitelemektedir :

"Unutulmamalıdır ki ulusun egemenliğini bir kişide ya da sınırlı sayıdaki kişilerin elinde bulundurmakla çıkar bekleyen cahil ve gafil insanlar vardır. Bu gibilere gerici ve hareketlerine de gericilik denir. Kesinlikle belirtirim ki ulusal egemenliğimizi her zerresini şu ya da bu biçimde bağlamak isteyenler en koyu gericidirler.”

"Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir. Ben milletimin en büyük ve atalarımın en değerli mirası olan bağımsızlık aşkı ile dolu bir adamım. Bence bir millete şerefin, haysiyetin , namusun ve insanlığın vücut bulabilmesi ve kalıcı olabilmesi için mutlaka o milletin özgürlük ve bağımsızlığına sahip olması gerekir. Ben şahsen bu saydığım vasıflara, çok önem veririm. Ve bu niteliklerin kendimde mevcut olduğunu iddia edebilmek için milletimin de aynı niteliği taşımasını esas şart bilirim. Ben yaşyabilmek için mutlaka bağımsız bir milletin evladı kalmalıyım. Bu sebeple milli bağımsızlık bence bir hayat meselesidir. Millet ve memleketin menfaatleri icap ettirirse, insanlığı teşkil eden milletlerden her biriyle medeniyet icabı olan dostluk ve siyaset münasebetlerini büyük bir hassasiyetle takdir ederim. Ancak, benim milletimi esir etmek isteyen herhangi bir milletin, bu arzusundan vazgeçinceye kadar, amansız düşmanıyım."

Milli egemenlik öyle bir nurdur ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar batar, mahvolur. Milletlerin esirliği üzerine kurulmuş kurumlar her tarafta yıkılmaya mahkumdurlar. "

"Egemenlik kayıtsız ve şartsız milletindir. "

"Bilelim ki milli benliğini bilmeyen milletler başka milletlere yem olurlar. "

"Medeni olmayan insanlar, medeni olanların ayakları altında kalmaya mahkumdurlar. "

"İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan mürekkeptir. Kabil midir ki, bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünlüğü ilerleyebilsin? Mümkün müdür ki, bir cismin yarısı toprağa zincirlerle bağlı kaldıkça öteki kısmı göklere yükselebilsin? "

Medenî dünya çok ilerdedir. Buna yetişmek, o medeniyet dairesine dahil olmak mecburiyetindeyiz. Batının her türlü medenî eserlerini de alacağız.
1925

Benim kanaatim o idi ki, ve daima o oldu ki dünyada insan diye yaşamak istiyenler, insan olmak vasıflarını ve kudretini kendilerinde görmelidirler... Bu uğurda her türlü fedakârlığa razı olmalıdırlar. Yoksa hiçbir medenî millet, onları kendi sırasında ve safında görmek istemez.
1926

"Bütün zorba hükümdarlar hep dini alet edindiler; Hakiki ulema, dini bütün alimler hiçbir vakit bu zorba hükümdarlara boyun eğmediler. Fakat gerçekte alim olmamakla beraber, sırf o kılıkta bulundukları için alim sanılan, çıkarına düşkün haris ve imansız bir takım hocalar da vardır. Hükümdarlar işte bunları ele aldılar ve işte bunlar dine uygundur diye fetva verdiler. Gerektikçe yanlış hadisler uydurmaktan çekinmediler. Gerçek ve imanlı ulema her vakit her devirde bunların kinine hedef oldu."

"Bizi yanlış yola sevkeden habisler, biliniz ki, çok kere din perdesine bürünmüşlerdir. Saf ve nezih halkımızı hep şeriat sözleriyle aldatmışlardır. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz; gerileyişin sebebi görürsünüz ki, hep din kisvesi altındaki küfür ve alçaklıktan gelmiştir. Onlar her hayırlı hareketi dinle karşılarlar, halbuki hamdolsun hepimiz dindarız, artık bizim dinin icaplarını, dinin yasaklarını öğrenmek için şundan bundan derse almaya ve akıl hocalığına ihtiyacımız yoktur. Milletimizin içinde hakiki, ciddi alimler vardır. Milletimiz bu gibi alimleriyle iftihar eder. Bu gibi alimlere gidin, bu efendi bize böyle diyor, siz ne diyorsunuz deyin. Fakat umumiyetle buna da ihtiyaç yoktur.

Biz her görüş açısından medenî insan olmalıyız. Şunun bunun sözüne ehemmiyet vermeyeceğiz. Bütün Türk ve İslâm âlemine bakın; düşüncelerini, fikirlerini medeniyetin emrettiği değişiklik ve yükselmeye uydurmadıklarından ne büyük felâket ve ıstırap içindedirler. 5-6 sene içinde kendimizi kurtarmışsak fikirlerimizdeki değişmedendir. Artık duramayız. Mutlaka ileri gideceğiz; çünkü mecburuz. Millet açıkça bilmelidir, medeniyet öyle kuvvetli bir ateştir ki, ona kayıtsız olanları yakar, mahveder.

Medeniyet birdir ve bir milletin gelişmesi için de bu tek medeniyete ulaşması lâzımdır. Osmanlı İmparatorluğunu çöküşü, Batıya karşı elde ettiği zaferlerden çok mağrur olarak, kendisini Avrupa milletlerine bağlayan ilişkileri kestiği gün başlamıştır. Bu bir hatâ idi, bunu tekrar etmeyeceğiz.





kaynaklar:
Prof.Dr.Ahmet SALTIK
www.add.org.tr/index.php?option=com_content&task=view&id=148&Itemid=31
www.atam.gov.tr/index.php?Page=DergiSayilar&DergiNo=1
www.atam.gov.tr/index.php?Page=KaynakcaliGunluk
www.tdk.gov.tr

Hiç yorum yok: